Bu yazımızda yurt dışında büyüyen çocuk ve gençlerin olası ruhsal problemlerinden ve bu problemlere nasıl yaklaşılması gerektiğinden bahsedeceğiz.

Bir ülkeye göç eden insanlara birinci kuşak göçmen, göç edilen ülkede doğan nesile de ikinci kuşak göçmen diyoruz. Biz ikinci kuşak göçmenlere anavatanının kültürünü benimseyemeden, küçük yaşta göç eden ve çocukları da ikinci kuşak içine dahil ediyoruz.

Göçmenleri kuşaklara ayırmanın en büyük nedeni yaşadıkları ülkede karşılaştıkları risklerin farklı olması. Yapılan araştırmalarda bu iki kuşağın farklı ruhsal problemler açısından büyük risk altında olduklarını gösteriyor. Örneğin Birinci kuşakta Travma sonrası stress bozukluğu (TSSB) görülme riski 18 kat, depresyon görülme riski 2 kat fazla bulunmuştur. Birinci kuşakta intihar riski, uyuşturucu ve alkol kullanımı normal popülasyona göre düşüktür.

İkinci kuşakta ise normal popülasyona göre Alkol/Madde kullanımı, depresyon ve intihar 2 kat fazla görülmüştür. Bu da birinci ve ikinci kuşak göçmenler arasında bir yaşam tarzı/anlayışı farklılığını göstrmektedir. Göçmen anne-babalar bunu zaten evlerinde görüyor ve hissediyordur:

Çocuklar anne-babalarından utanıyor.

Onlarla zaman geçirmek istemiyor.

Okuldaki ya da mahalledeki arkadaşları gibi olmak istiyor.

Partilere gidip, alkol/uyuşturucu(özellikle de esrar) kullanıp, kız/erkek arkadaşı edinmek,

Cadılar bayramı, Şükran günü, Noel kutlamak,

Ve istediklerini giyip istediklerini yemek istiyor olabilirler.

Bu ebeveynlere ne kadar acı da gelse gerçek şu ki 1. Kuşak ve 2. Kuşak tamamen ayrı dünyaların insanları…

Bu bir yazıya sığamayacak kadar karışık, bireylerin/ailelerin hayatını mahvedebilecek kadar da önemli konu. Burada ana başlıklara değinmeye çalışacağız. Detaylı sorular için bize emaille ulaşabilirsiniz.

Çocuğumuzu ve ya herhangi hür bireyi bizim istediğiniz şekilde yaşaması için zorlayamayız. Biz çocuğumuza seçenekleri sunmak, doğruyu/yanlışı göstermekle yükümlüyüz. Yolda yürüyecek olan kendisi olacaktır ve acı da olsa bu yol her zaman bizim istediğimiz yol olmayabilir. Onu bizim istediğimiz şekilde yaşamaya zorlamak, önce bizden daha sonar bizim değerlerimizden nefret etmesine sebep olacaktır.

Bir diğer çok önemli husus, çocuğumuzun her zaman yanında olduğumuzu ona hissettirmek olacaktır. Problemlerini açmaktan çekinmezse hayat kenidisi için çok daha kolay olacaktır. Aksine baskı ve yargılama çocuğumuzu bizden uzaklaştırır. Çocuk kendisine daha çok ilgi gösteren, onu dinleyen ve iyi zaman geçiren insanlara yaklaşır. Bu yüzden ne olursa olsun iletişim yollarını açık tutmak çok önemlidir.

Çocuğu yetiştirmede ilk sorumluluk ebeveynlerindir fakat tüm toplum yakınlığı ölçüsünde sorumludur. Anne-babadan başlayarak öz güvenli bir toplumda yetişen bir çocuk toplumunu sevecektir ve kendini onun bir parçası olarak hissedecektir. Kendimize sormamız gereken soru şu olmalı:

Çocuğun kültüründen geldiği anne-baba/toplum şu an içinde yaşadığı toplumdan farklı olabilir, fakat çocuk geldiği toplumun yaşadığı toplumdan daha aşağı olduğunu nereden çıkardı? Örneğin, Yahudi toplumlarında bu problem neden yok? Ya da Yahudiler birçok farklı ülkede varlıklarını yüzyıllarca nasıl devam ettirebildiler? Yine Yahudi ve Hindistanlı toplulukların çoğunluğu neden kültürlerinden nefret etmiyor/aşağı görmüyorlar? Bu soruların birden fazla cevabı vardır fakat bu toplulukların öz güvenlerinin büyük payı olduğunu düşünüyoruz.

Çocuklar “Evet ben faklıyım fakat diğerlerinden daha aşağı değilim” diyebilirse, farklılıklarıyla barışabilir ve  sağlıklı bir şekilde topluma entegre olma şansı artar.

Bizim şöyle bir önerimiz olabilir: Yaşadığınız bölgede/şehirde/eyalette çocuklarınız bir araya gelebilir, yaşadıkları tecrübeleri, sorunları birbirleriyle paylaşabilir, birbirlerine destek olabilir. Sağlıklı bir şekilde nasıl büyüyecekleri konusunda bir söz hakları olabilir. Çocuklarımız bulundukları ülkelerin şartlarını bizlerden çok daha iyi biliyorlar ve kendi hayatlarını da yaşamaya hakları var.